Anasayfa HaberEtkinlik Kino 2020: Alman Filmleri Türkiye’de
Kino 2020: Alman Filmleri Türkiye'de

Kino 2020: Alman Filmleri Türkiye’de

Karanlık Sinema

Türkiye’nin farklı şehirlerinde Alman sinemasının en güncel ve en başarılı örneklerini sinemaseverlerle buluşturan Kino seçkisi, bu yıl çevrimiçi olarak ve tüm Türkiye’den ulaşılabilir şekilde gerçekleşecek. Goethe-Institut’un İstanbul Film Festivali işbirliğiyle düzenlediği Kino 2020: Alman Filmleri Türkiye’de etkinliği, 1-13 Kasım tarihlerinde, festivalin çevrimiçi gösterim platformu filmonline.iksv.org’da takip edilebilecek. Filmleri izlemek için biletler yine aynı site üzerinden alınabilecek.

İstanbul Film Festivali’nin 1-13 Kasım’da çevrimiçi platformunda ağırlayacağı Kino 2020 filmleri, 20.00’da gösterime girecek ve 5 gün boyunca erişime açık kalacak. Festivalde olduğu gibi her filmin bilet kapasitesi yapımcılarla yapılan anlaşmalar uyarınca sınırlı. Filmlere teker teker bilet alınabilecek veya Kombine Film Paketi satın alarak tüm filmler daha avantajlı fiyatlarla izlenebilecek. Gösterimlere yalnızca Türkiye’den erişilebilecek. Biletler 28 Ekim Çarşamba saat 10.30’da filmonline.iksv.org üzerinden satışa açılacak.

Kino 2020 Çevrimiçi Gösterim Programı

1 Kasım – 6 Kasım
Seçmeler / Das Vorspiel / The Audition / Yönetmen: Ina Weisse

Anna Bronsky bir konservatuarda keman öğretmeni olarak çalışmaktadır. Öğrenci kabul sınavında, seçici kuruldaki diğer öğretmenlerin görüşlerine karşı çıkar ve Alexander’in okula alınmasını savunur. Alexander’in büyük bir yeteneği olduğuna inanan Anna, onu son seçmelere hazırlamak için muazzam bir efor sarf etmeye başlar. Fakat tüm enerjisini öğrencisine ayırırken, yine keman çalan 10 yaşındaki oğlu Jonas’ı ihmal eder ve iki çocuk arasında giderek artan bir rekabete sebep olur. Evliliğinde baş gösteren çatırdamaların da etkisiyle Anna giderek ailesinden uzaklaşır ve okuldan meslektaşı Christian ile ilişki yaşamaya başlar. Christian bir yandan da Anna’yı kendi yaylı çalgılar beşlisine katılması için cesaretlendirmektedir. Alexander’in seçme sınavı yaklaştıkça gerilim artar.

Oyunculuktan yönetmenliğe geçen Ina Weisse’nin ikinci uzun metrajlı filmi Seçmeler, iş hayatındaki yüksek idealleri ile mütevazı orta sınıf aile yaşantısı arasında sıkışıp kalmış bir kadının etkileyici ve detaylı bir portresi. Hikâyenin merkezindeki keman öğretmeni Anna’ya kusursuz ve ödüllü bir performansla Nina Hoss hayat veriyor.

2 Kasım – 7 Kasım
Yabancı / Exil / Exile / Yönetmen: Visar Morina

Almanya’da saygın bir firmada kimya mühendisi olarak çalışan Kosova doğumlu Cafer, tadını kaçıran bazı olayların etnik kimliğiyle alakalı olduğunu fark eder ve bu fikir onu içten içe kemirir. Özellikle işyerinde sürekli aşağılanıp zorbalıkla karşılaştıkça yaşamının kontrolünü yitirerek kimlik krizine girer. Babam filmiyle tanıdığımız, Kosova asıllı yönetmen Visar Morina, dünya prömiyerini Sundance’te yapan ikinci uzun metrajlı filminde başkarakterin ruh hâline odaklanarak ustaca kotarılmış bir gerilim örneği sunuyor. Almanya’daki yabancı düşmanlığı ve ırkçılığa dair pek çok yankı taşıyan hikâye, bir yandan da ağır ağır harlanan bir ateşle tedirgin edici, paranoyaya benzer bir duyguyu izleyiciye bulaştırıyor. Oscar yarışında Kosova’yı temsil edecek Yabancı, İstanbul Film Festivali’nin de Uluslararası Yarışma filmlerinden biriydi. Filmin başrollerinde ise Dogs of Berlin dizisinden tanıdığımız Mišel Matičević ve Toni Erdmann’daki performansıyla birçok ödül alan Sandra Hüller var.

3 Kasım – 8 Kasım
Söz Senettir / Es gilt das gesprochene Wort / I Was, I Am, I Will Be / Yönetmen: İlker Çatak

Kadının pilot, erkeğin müzisyen olduğu bir çift… Marion ve Raphael Almanya’dan uçağa atlayıp yaz tatili için Türkiye’ye geliyorlar ve yolları jigololuk yapan genç Baran’la kesişiyor. Bundan sonra ilişki üç kişilik bir oyuna dönüşüyor. Avrupa’ya gitmeyi kafasına koymuş Baran, Marion’a evlenme teklif ediyor. Hayatını her zaman kontrol altında tutmayı başarmış ama kanser olduğunu öğrendikten sonra her şeyi yeniden gözden geçirmeye başlayan Marion ise ilk defa bir yabancının müdahalesine izin veriyor ve Baran’ın teklifini kabul ediyor. Kâğıt üstünde tanıdık gelebilecek bu anlaşmalı evlilik öyküsü, Bir Zamanlar Kızılderili Ülkesinde filmini Kino 2018’de izlediğimiz İlker Çatak’ın elinde, neşesi de eksik olmayan, toplumsal cinsiyet rolleri ve tekeşli ilişkilerin çizdiği çemberleri sürekli esneten, muzip ve dinamik bir romantik drama dönüşüyor. Söz Senettir, ilişkilere ve kimliklere dair pek çok algımızı sarsabilecek katışıksız bir enerjiyi dokusuna katıyor.

4 Kasım – 9 Kasım
Çingene Kraliçe / Gipsy Queen / Yönetmen: Hüseyin Tabak

İlk uzun metrajlı filmi Güzelliğin On Par’ Etmez ile ülkemizde pek çok ödül kazandıktan sonra, Kino 2018 seçkisinde de izlediğimiz, Yılmaz Güney’in hayatını konu alan Çirkin Kral Efsanesi isimli belgesele imza atan Hüseyin Tabak, Almanya doğumlu genç bir yönetmen. Tabak’ın yeni filmi, iki çocuğuna bakabilmek için izbe boks ringlerinde dövüşmek zorunda olan genç bir kadının hikâyesini anlatıyor. Göç ettiği Hamburg’da çocuklarıyla tek başına yaşayan Roman bir kadın olduğu için pek çok önyargıya göğüs germek zorunda kalan Ali’yi canlandıran Alina Şerban ödüllü performansıyla parıldıyor. Seyircinin çok sevdiği boks filmlerinin geleneğinden gelen Çingene Kraliçe, bu türün alametifarikası dinamik kurgudan beslenirken, günlük yaşamın içindeki mizaha ve drama da bolca yer açıyor.

5 Kasım – 10 Kasım
Walchensee Forever / Yönetmen: Janna Ji Wonders

Yönetmen Janna Ji Wonders, Berlinale’de ödül kazanan ve hem eleştirmenler hem de izleyiciden büyük beğeni toplayan belgeselinde ailesindeki her biri kendi yolunu çizmiş kadınların hikâyesini anlatıyor. Bavyera’da Walchensee Gölü’ndeki aile yadigârı 90 yıllık kafeyi merkeze alan filmde yönetmen bir yandan kendi kişisel keşif yolculuğuna da çıkıyor ve ailenin kadınları arasındaki bağ ile kendine yuva olarak seçtiği yeri sorguluyor. Kafenin kurucusu Apa, kızı Norma, Norma’nın kızları Anna ve Frauke ile son nesil Janna’nın kişisel hikâyelerini dinlerken 1920’den günümüze Walchensee’de yaşamın döngüsüne tanık oluyoruz. Janna Ji Wonders neredeyse 100 yılı yayılan aile arşivindeki fotoğraflar, 8mm filmler ve uzun mektuplarla bize sadece yakınlarının değil, geçtiğimiz yüzyılda Alman toplumunun içinden geçtiği sarsıcı süreçleri de kapsayan bir portre çıkartıyor.

6 Kasım – 11 Kasım
Baumbacher Sendromu / Baumbacher Syndrome / Yönetmen: Gregory Kirchhoff

Bir zamanlar Alman televizyonunun en genç talk-show sunucusu olarak anılan Max Baumbacher artık 50’lerine merdiven dayamış ve cazibesini yitirmeye başlamıştır. Bir sabah mucizevi bir şey olur; Baumbacher davudi bir sese sahip olarak uyanır. Artık medyanın bütün ilgisi onun üzerindedir. Bu yeni durumla nasıl baş edeceğini bilemeyen Baumbacher, menajerinin İspanya’daki evinde inzivaya çekilir. Burada tanıştığı genç bir kadın ve geçmişinden çıkıp gelen sürpriz bir konuk sayesinde hayat muhasebesine girişecektir. Geleceği parlak Alman yönetmen Gregory Kirchhof bu filmde ince bir mizahla işlenmiş derinlikli ve dokunaklı bir karakter portresi çıkarıyor. Filmin başrollerinden gizemli ve delişmen Fida’yı Elit İşcan canlandırıyor.

7 Kasım – 12 Kasım
Benim Sonum Senin Başlangıcın / Mein Ende. Dein Anfang. / Relativity / Yönetmen: Mariko Minoguchi

Her şey birbiriyle bağlantılıdır. Nora ve Aron bambaşka karakterde iki gençtir ama ilk bakışta birbirlerine âşık olurlar. Fizikçi olma yolunda ilerleyen Aron şundan emindir: İnsanların tesadüfi gibi görünen seçimleri aslında önceden belirlenmiş bir planın parçalarıdır. Fakat hiç beklenmedik bir şey olur; Nora ve Aron bir banka soygununa denk gelirler ve Nora’yı korumak isteyen Aron vurularak ölür. Hikâyeyi biraz ileri sarıyoruz… Nora yaşadığı travmayı gece hayatına dalarak atlatmaya çalışmaktadır ve burada kendi gibi yaralı birisiyle, Natan’la tanışır. Natan’ın küçük kızı lösemi hastasıdır. Hayatta kalmasıysa bir kök hücre bağışçısı bulunmasına bağlıdır. Nora ve Natan giderek yakınlaşırlar. Zaten Nora da Natan’ı tanıdığını ve tuhaf bir şekilde onunla bir bağ içinde olduğunu hissetmektedir. Fakat bu bağ Nora’nın hayal edebileceğinden çok daha korkunçtur. Zira her şey birbiriyle bağlantılıdır. Yönetmen Mariko Minoguchi “Benim Sonum Senin Başlangıcın”la ilgili şöyle diyor: “Bu film yas ve aşk, suç ve affetmek üzerine. Aynı zamanda hayatın bize getirdikleriyle bir şekilde başa çıkabilme umudu üzerine.”

8 Kasım – 13 Kasım
İzler / Spuren – Die Opfer des NSU / Traces / Yönetmen: Aysun Bademsoy

Bu hatırlamanın gerekliliği üzerine bir film. Bugün Almanya’da herkes Neonazi terör örgütü NSU’yu (Nasyonal Sosyalist Yeraltı) biliyor. Bu grubun üyesi iki katilin neye benzediğini de hatırlıyor insanlar. Peki, ya kurbanlar? Onların yüzlerini kim hatırlıyor? Bunu bir yana bırakın, isimlerini kaç kişi biliyor? Aysun Bademsoy filminde bu boşluğu doldurmayı hedefliyor ve kurbanların ailelerine gündelik hayatlarında eşlik ediyor. Soruşturmaların başlangıcında bu insanların yas tutmalarına bile izin verilmedi, hatta bazıları şüpheli yerine konuldu. Bugüne kadar da adaletin yerine geldiğini söylemek mümkün değil. Zira katillere yardım edenler hafif cezalarla kurtuldular. Bu nedenle filmin adı da çok katmanlı: Kastedilen sadece katillerin olay yerinde bıraktığı izler değil. Aynı zamanda geride kalanların yaralarının izleri… “Bu trajediyi bütün kapsamıyla anlamaya başladığımda, kurbanların yakınlarını dinlemem ve onlara deneyimlerini anlatmaları için bir alan sunmam gerektiğinin de farkına vardım.” diyor filmin yönetmeni Aysun Bademsoy. Onlar yıkılmadılar, evlerini ve yaşadıkları ülkeyi terk etmediler. Katiller amaçlarına ulaşamadı.

9 Kasım – 14 Kasım
Berlin Alexanderplatz / Yönetmen: Burhan Qurbani

Fassbinder’in artık klasikleşen 1980 yapımı TV dizisinin ardından, Alfred Döblin’in çok önemli romanının Berlinale’de prömiyerini yapan yeni uyarlaması, 1929 yılı Weimar Cumhuriyeti’nin kasvetli havasını günümüz Berlin’ine aktarıyor. Ebeveynleri Afganistan’dan Almanya’ya göç etmiş olan yönetmen Burhan Qurbani, 2014’te çektiği Genciz. Güçlüyüz’de gözlemlediği ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının düzeyini yeni filminde iyice artırıyor. Romanın Berlin doğumlu anti-kahramanı, Akdeniz’i botla aşan Gine-Bissau göçmeni Francis’e dönüşmüş. Suça bulaşmadan hayatta kalamayacağının kısa sürede farkına varan Francis, adını da Franz’a çevirerek psikopat uyuşturucu tacirlerinden altın kalpli seks işçilerine bir dizi insanla yakınlık kuruyor ve bu yeni dünyada yerini bulmaya çalışıyor.

10 Kasım – 15 Kasım
Pelikan Kanı / Pelikanblut / Pelican Blood / Yönetmen: Katrin Gebbe

Özgün ve cüretkâr ilk filmi Her Şey Düzelecek ile tanıdığımız Katrin Gebbe, uzun bir aradan sonra çektiği ikinci uzun metrajıyla yine korku/gerilim türünde alışılmadık bir örneğe imza atıyor. Gebbe, ilk gösterimi geçtiğimiz yıl Venedik Film Festivali’nin Ufaklar bölümünde gerçekleşen Pelikan Kanı’nın hikâyesini, bir kız çocuğunu evlat edindikten sonra hayatını tümüyle ona adamak zorunda kalan Wiebke etrafında örüyor. At terbiyeciliği yapan Wiebke, küçük yaşta büyük travmalar yaşamış Raya’yı, aksini tavsiye eden çevresine rağmen sarıp sarmalıyor, onun duygusal arızalarının sevgi ve şefkatle onarılabileceğine dair umudunu yitirmiyor. Tekinsiz bir atmosferle seyirciyi sürekli diken üzerinde tutan ve tansiyonun giderek arttığı bu alışılmadık korku filminde, Alman sinemasının sevilen yıldızı Nina Hoss’un başroldeki performansı da uzun yıllar akılda kalacak cinsten. Hoss’u yine Kino 2020 seçkisinde Seçmeler’de de izleyeceğiz.

11 Kasım – 16 Kasım
Paris Calligrammes / Yönetmen: Ulrike Ottinger

Ulrike Ottinger 70’li yılların ilk yarısında başlayan yönetmenlik kariyeri boyunca Alman sinemasının en özgün ve en kışkırtıcı isimlerinden birisi olma özelliğini asla kaybetmedi. Kazandığı sayısız ödüle son olarak da bu yılki Berlin Film Festivali’nde kendisine takdim edilen Berlinale Kamera eklendi.

Ottinger memleketi Konstanz’dan Paris’e doğru yola çıktığında sene 1962’ydi. “Henüz 20 yaşındaydım ve büyük bir sanatçı olmak amacıyla Paris’e gelmiştim” diye hatırlıyor o günleri. Yine kendi sözlerine kulak verirsek, Ottinger yeni belgesel filmi Paris Calligrammes‘ı “eski günlerinden hatırladığı genç sanatçının bakış açısı ve zaman içerisinde dönüştüğü yaşlı sanatçının deneyimi” ile çekmiş. Görsel ve işitsel arşiv görüntülerinden oluşturduğu yoğun akışı kendi sanat eserleri ve filmleriyle birleştiren Ottinger, böylece Paris’in ünlü semtleri Saint-Germain-des-Prés ve Quartier Latin’in o yıllardaki ruhunu yeniden canlandırıyor. Edebiyatçıların sık sık ziyaret ettiği kafeler, bodrum katlardaki caz kulüpleri, diasporadaki Yahudilerle karşılaşmalar, sanatçı arkadaşlarla beraber yaşanan evler, Parisli etnograf ve filozofların düşünce dünyası, Cezayir Savaşı ve 68 Baharı ama aynı zamanda sömürgeciliğin kalıntılarının da yol açtığı dönemin politik ayaklanmaları bu belgeselde karşımıza çıkıyor. “Ben hep kahramanlarımın izinden gittim,” diyor Ottinger ve ekliyor “onların izlerini bulduğum yerlerin hepsi bu filmde de yer almakta.”

12 Kasım – 17 Kasım
İmkânsız Proje / An Impossible Project / Yönetmen: Jens Meurer

İmkânsız Proje, analog zamanlara yazılmış bir aşk mektubu. Filmin yaratıcısı Jens Meurer kendini “dijital dünyaya karşı savaş açan bir Don Kişot” olarak tanımlıyor. Berlin doğumlu sinemacı; Paul Verhoeven, Aleksandr Sokurov ve Olivier Assayas gibi ustaların yapımcısı olarak çalışıp pek çok ödül kazanmış ve sinemanın farklı alanlarında rol almış bir isim. Meurer yeni belgeselinde, başta Avusturyalı Florian “Doc” Kaps olmak üzere, dünyadaki son Polaroid fabrikasını kurtarmak isteyen insanların öyküsünü, bizzat olaya müdahil olarak anlatıyor. Bir kitle fonlama çağrısıyla hayata geçirilen bu belgesel, uzun yıllara yayılan bir emeğin ve tutkunun ürünü.

13 Kasım – 18 Kasım
Koza / Kokon / Cocoon / Yönetmen: Leonie Krippendorff

Genç yönetmen Leonie Krippendorff kuşağının sesi olmaya aday isimlerden biri. Koza, Berlin’in Kreuzberg semtinde yaşayan bir grup genç kızın değişen çağın gerekleri, sosyal medya ve dört bir yandan dayatılan standart güzellik baskılarının ortasında kendi seslerini bulmaya çalışmasının filmi. Çağa uygun şekilde manik, kabında durmayan bir aşk ve büyüme filmi bu. Çok kültürlülüğün tarifi olabilecek Kreuzberg’in hareketli sokaklarında birbirine âşık olan iki genç kızın enerjisi filmden taşıyor. Kozadan çıkmak için gereken coşku, merak ve kalp kırıklıklarıyla dolu her yer. Krippendorff, ilk uzun metrajlı filmi Looping’de olduğu gibi, yine birbirine tutunarak hayatı keşfeden kadınlara çeviriyor kamerayı. Prömiyerini Berlinale’de yapan Koza, bu yıl İstanbul Film Festivali’nin de Uluslararası Yarışma filmlerinden biriydi.

Biletler

Çevrimiçi gösterimlerin biletleri 28 Ekim Çarşamba günü 10.30’dan itibaren filmonline.iksv.org adresi üzerinden satışa açılacak. İzleyiciler tek filmi 11 TL fiyatla satın alabilecek. Ayrıca 13 filmlik kombine paketler 100 TL fiyatla satın alınabilecek.

Tek film: 11 TL

Kino2020 13 Filmlik Kombine Paket: 100 TL

Siyah ve Beyaz Lale Kart üyeleri her zamanki gibi biletlerini gönderilecek indirim kodlarıyla %25; Kırmızı, Turuncu ve Sarı Lale Kart üyeleri ise %20 oranında indirimle satın alabilecek.

İKSV tarafından 2002 yılından bu yana sürdürülen İKSV Lale Kart Üyelik Programı, altı farklı kategoride bir araya getirdiği 5000’e yakın kültür sanat dostuna, vakfın düzenlediği etkinliklerde ayrıcalık ve öncelik sağlıyor. Ön satış dönemini kaçırmamak, öncelik ve indirimlerden faydalanmak için; http://www.lalekart.org/

Kino 2020 seçkisiyle ilgili detaylı bilgilere etkinliğin internet sitesi ve sosyal medya hesaplarından da ulaşabilirsiniz.

http://www.kinotr.org/

facebook.com/KinotrAlmanFilmleriTurkiyede

instagram.com/kino2020tr/

twitter.com/kino2020tr

Kaynak: Basın Bülteni

Benzer Yazılar

Yorum Yazın